Sayın Başkan Değerli milletvekilleri;
Hükümet programının değerlendirmesine geçmeden önce bu hükümetin nasıl kurulduğuna, nelerin yaşandığına ve özellikle de müdahalelere bir bakmak gerekecek. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çok öncesinde başlayan müdahaleler özellikle seçim yanaştıkça artmış, açık ve aleni bir şekilde seçimlere müdahale edilmiştir.
Türkiye’den gelen ekipler ile TC Elçiliği bir adayın kazanması için aleni bir şekilde çalıştı, dernekler, kulüpler muhtarlar, hatta belediyeler aranarak ihtiyaç listeleri soruldu ve buna göre yardımlar yapıldı seçim de bu şartlar altında gerçekleşti.
Peki ardından ne oldu, sıra seçim dönemi bu müdahalelere davetiye çıkaranlara veya ses çıkarmayanlara geldi. UBP kurultayına direk müdahale edildi. Binlerce kişi gidip ilk turda oyunu kullandı, ortaya bir irade koydu ancak bir gecede bu irade yerle bir edildi, en sonunda son tura kalan 2 kişi adaylıktan çekildi. 45 gün içinde 7 Aralığa kadar yapılacağı açıklanan kurultay yapılamadı en nihayet bu hafta sonu yapılacağı açıklandı.
Bakınız şunun altını çizmek isterim. Bunları yalnız biz söylemiyoruz olaylar kamuoyunun önünde yaşandı ve son olarak da Sn. Faiz Sucuoğlu geçtiğimiz günlerde adına müdahale demese de adaylıktan çekilmesi için telkin aldığını açıkladı. Bu noktada şunu söylemeden geçemeyeceğim. Eğer bu müdahaleleri davet etmeye, işimize geldiğinde görmezden gelmeye veya susmaya devam edeceksek, ya da açık ve aleni müdahalelere ‘telkin’ diyeceksek maalesef bu olaylar yaşanmaya devam edecek. Kısacası işin özeti müdahalelerle devam eden süreçler, müdahalelerle oluşan yapıları ortaya çıkarmıştır.
Bu noktada şunu da hatırlatmak isterim. TDP olarak özellikle son Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan müdahalelerle ilgili Meclis’e ‘Araştırma Önergesi’ sundu. Seçimler öncesinde başlayan ve halkın karar alma süreçlerini etkilemeye yönelik girişimlerin, Kıbrıs Türk Halkının iradesine zarar verdiği ortada…UBP kurultayında yaşananlar ve Faiz beyin açıklamaları da ortada. Gelin hep birlikte bu işlerin üstüne gidelim. Nereden gelirse gelsin her türlü müdahaleye karşı çıkalım. Bu işler başka türlü düzelmeyecek. Unutmayalım bugün bana yarın sana. Bunu da yaşayarak görüyoruz…
Bir başka konu ise bu ülke 2 ay hükümetsiz kaldı. Neden? Sn. Tatar’ın gereken vekaleti zamanında vermemesi nedeniyle. Her ne kadar Sn. Tatar şimdilerde savcılıktan aldığı görüşü yayınlasa da, işin doğrusu ve gerçeği belirli siyasi amaçlar uğruna ülkenin hükümetsiz bırakıldığıdır. Bir yandan Sn. Tatar’ın gerekenleri yapmaması diğer yandan ‘Başbakan seçeceğiz’ diyerek UBP kurultayının beklenmesi, bu arada kurultayın da müdahalelerle yapılamaması bu ülkeye 2 ay kaybettirdi.
Pandemi koşulları sürerken, yapısal sorunlar ortadayken, dövizdeki yükseliş halkın belini bükmüşken siz toplumu düşünmeyeceksiniz ve ülkenin 2 ay hükümetsiz kalmasına neden olacaksınız, bunu kabullenmek mümkün değildir…
KIBRIS KONUSU
Sayın Başkan değerli Milletvekilleri,
Hükümet programında, federasyon zemininin 2017 yılında Crans Montana’da düzenlenen Kıbrıs Konferansı’nda çöktüğü, Sn. Tatar’ın 2 devletli çözüm yönünde yetki aldığı, Türkiye’nin de artık 2 devletli çözümden yana olduğu belirtilerek, Hükümetin Sn. Tatar ve Türkiye ile birlikte bu yönde uğraş vereceği belirtilmektedir.
Nitekim dün gece BM’nin Kıbrıs Kıdemli Yetkilisi Jane Holl Lute ile görüşen Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Türk tarafının artık egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözümü savunduğunu söyledi.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki Federasyon bir Türk tezidir. Bize göre Kıbrıs’ta en makul, mümkün ve en gerçekçi çözüm şekli Federasyondur. Kıbrıs’taki tarihsel süreç ve tecrübe de bunu göstermektedir. Federasyon tezi tarafların üzerinde uzlaştığı, defalarca çerçeve anlaşması imzaladığı ve BM Parametrelerine girmiş bir olgudur.
Hepimizin de bildiği gibi yıllarca süren görüşmeler maalesef bir sonuca ulaşılamamışsa da Kıbrıs Türk tarafı olarak birçok önemli kazanımlar elde ettik. Nitekim son Berlin Zirvesi’nde de Kıbrıs Türk Halkının hassasiyetleri üzerinden önemli bir metin ortaya çıktı. Her iki tarafın da onay verdiği metin, iki bölgeli, iki toplumlu federal çözümü net bir şekilde teyit ederken, siyasi eşitlik, kararlara etkin katılım, dönüşümlü başkanlık gibi önemli hususları da içeriyordu.
Crans Montana’daki Kıbrıs konferansının ardından masadan kaçan taraf olan ve belirli amaçlarla farklı çözüm modellerini konuşabiliriz diyen Anastasiades BM Genel Sekreteri huzurunda çözümün federal zemin çerçevesinde olacağına imza atmıştır. Ve beklenen neydi, bizdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen ardından en uygun zamanda BM Genel Sekreteri Guterres’in, gayrı resmi 5’li toplantıyı çağırmasıydı, ki bu da zaten Türkiye’nin talebiydi. Ancak özellikle seçim dönemi bir de baktık ki, TC’den bazı yetkililer ve Sn. Tatar federasyon dışındaki seçeneklerden bahsetmeye başladılar.
Bu noktada şunun altını bir kez daha kalın çizgilerle çizmek isterim. 2 ayrı devletli çözüm bugünkü konjonktür ve görünür gelecekte mümkün değildir. Kıbrıs Rum liderliğinin, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın, Avrupa Birliği’nin, İslam İşbirliği Örgütü’nün veya Türki devletler dahil herhangi bir dünya devletinin Kıbrıs’ta iki ayrı egemen devleti tanımaya hazır olduklarına dair en küçük bir işaret var mıdır? Federasyonu kabul etmekte zorlanan Rum tarafı iki devletli çözümü nasıl kabul edecek? Biri çıksın bunun cevabını versin.
Tanınma veya 2 ayrı devlet peşinde koşarken, şunu da netleştirmemiz gerekmektedir. Bizi tanıyan tek ülke olan Türkiye Cumhuriyeti tanımanın gereklerini ne kadar yerine getirmekte, ya da Kıbrıs Cumhuriyetini tanımamanın gereklerini ne kadar yerine getirmektedir? Bizi tanıyan Türkiye’nin takımları bizim takımlarımızla dostluk maçı bile yapamazken, UEFA kriterleri nedeniyle tanımayız denilen ülkenin takımları ile resmi maç yapmaktadırlar. Daha geçtiğimiz hafta Türkiye’de düzenlenen spor etkinliklerinde Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyetinin bayrağı yan yana asılmadı mı? Bunlar neden oluyor çünkü konjonktür ve uluslararası koşullar bunu gerektiriyor. Eğer maç yapılmazsa UEFA ve FIFA’dan ceza alacaklar. Peki biz, bizim gençlerimiz bu işin neresinde, maalesef tribünlerde..
Her ne kadar da hiç alakası olmayan Ekonomi ve Enerji Bakanlığına bağlanan sporun yeni patronu Erhan Bey, spor ambargosunu kıracağız dese de maalesef acı gerçek bu. Bunları neden hatırlattım, bazı şeyleri yaparken, bazı şeylerin peşinde koşarken neyin mümkün veya mümkün olmadığını bilerek yapmamız konuşmamız lazım da ondan.
Bugünkü konjonktürde gerçekliği ve geçerliliği olmayan senaryolar peşinde sürüklenmek, üstelik bir Türk tezi olan Federasyondan vazgeçmek haklarımızın Rum tarafınca gaspının devamından başka bir şeye hizmet etmeyecektir.
Rum tarafı tanınmış dünya ve Avrupa devleti olmanın nimetlerinden yararlanırken, biz de uluslararası hukukun dışında ve ambargolar altında yaşamaya mahkum bırakılacağız. Bu adil olmadığı gibi doğru da değildir. Kimse bizden buna razı olmamızı beklemesin.
Ortada olan, Kıbrıs Türk halkının Rum tarafınca 1963 yılından bu yana gasp edilmiş olan ortaklık haklarıdır. Bu, bize karşı yapılmış ve devam eden büyük bir haksızlıktır. Bu haksızlığı bertaraf etmenin yolu, 25 Kasım 2019’da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ile birlikte yapılan Berlin toplantısında varılan mutabakatın gereğini yapmak; eşitlik, özgürlük ve güvenlik içinde iki eşit kurucu devlete dayalı federal bir yapının kurulmasına yardımcı olmak, bu yönde mücadele etmektir.
Bu noktada şunu da belirtmekte fayda görüyorum; Federal bir çözümde KKTC, her kurumu ile birlikte varlığını federal çatı altında devam ettirecek şekilde kurucu devlete dönüşecek. Ayrı polisimiz, mahkememiz, bakanlıklarımız olacak, federal yönetimde dönüşümlü başkanlık olacak. Kararlara etkin katılım yanında eşitliğimiz, güvenliğimiz ve özgürlüğümüz güvence altında olacak. İki kurucu devlet ekonomik, ticari, kültürel, sportif, turizm ve ticaret gibi alanlarda uluslararası anlaşma yapabilecek, diğer yandan dış politika, savunma ve güvenlik konularında ise ancak her iki başkanın onayı ile hareket edilebilecek. Zaten tüm bunlar gerçekleşirse çözüm olacak.
Bu kadar kazanım elde edilmişken ve mümkün olabilecek ve BM parametreleri çerçevesinde çözümü zorlamak gerekirken, ‘Rum tarafı istemez’ diyerek bu kazanımlardan vazgeçmek, BM parametrelerini terk etmek çok ciddi bir hata olacaktır. Zaten Anastasiadesin istediği de budur. Öyle sanıyorum ki, Sn. Anastasides Sn. Tatar’ın seçilmesi ve ortaya koyduğu tezlerden mutlu olanlardandır. Çünkü artık suçlanan taraf olmaktan kurtulacaktır.
Bu konuda sizleri uyarmak bizlerin hem sorumluluğu hem de görevidir. Yapmamız gereken, macera içeren başka yollara sapmak değil, doğru ve haklı olduğumuz tutumu kararlılıkla sürdürmektir. Doğru zeminde yani federasyon zemininden sapmamak hem Kıbrıs Türk halkının hem de Türkiye’nin yararına olacaktır, aksi takdirde hem Kıbrıs Türk halkı hem de Türkiye zarar görecektir.
Sayın Başkan değerli milletvekilleri
Kıbrıs sorununun çözümü yalnızca bizim değil Türkiye’nin de bölgenin de ihtiyacı haline geldi. Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan olaylar, Kıbrıs sorunu çözülmedikçe maalesef kötüleşerek devam edecek. Bu noktada doğalgaz ve münhasır ekonomik bölge konularıyla ilgili de görüşlerimi ifade etmek isterim. En başından beri şunun altını özellikle çizmekteyiz. Doğalgaz konusu gerginlik değil, işbirliği alanı olmalı. Bu konuda Rum Yönetimi maalesef tek yanlı adımlarla ısrarla gerginliğe hizmet etmekte. 2019 yılında Sn. Akıncı tarafından gelir paylaşımı için yapılan ortaklık anlayışını içeren öneriye de olumlu yanıt vermeyen Rum yönetimi yanlışta ısrar ediyor.
Madem ki bu doğal gazda bizim de hakkımız var, o zaman oturulsun ve birlikte ortak bir çıkış yolu bulunsun. Yeri gelmişken belirtmek isterim ki, Doğu Akdeniz politikasında Türkiye bölgedeki enerji denkleminin dışında tutulacak bir ülke olmamalıdır. Doğal gazın Türkiye üzerinden taşınması hem daha mantıklı hem de daha ekonomik ve sürdürülebilirdir. Bu gerçeklik ortadayken, Doğal gazı Avrupa’ya taşımak için İsrail’den Güney Kıbrıs’a, onun üzerinden Girit’e, Yunanistan’dan İtalya’ya uzanacak bir borudan bahsedilmesi çok daha maliyetli ve uzun süreli bir projedir. Bunun yerine eğer boru seçeneği gündeme gelecekse, Türkiye üzerinden Avrupa’ya intikali çok daha mantıklıdır. Bu sorun bile Kıbrıs sorununun çözümünün ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.
MARAŞ KONUSU
Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri
Hükümet programında Kapalı Maraş’ın Taşınmaz Mal Komisyonu üzerinden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun bir şekilde açılmasının sağlanacağı, Ayrıca Başbakanlık bünyesinde kapalı Maraş’ın açılım sürecine teknik katkı koyacak, bu açılımın özelde Kıbrıs Türk turizmine, genelde ülke ekonomisine maksimum katkı sağlaması için önerilerde bulunacak özel bir komite oluşturulacağı belirtilmektedir. Bir kere Maraş konusunda uzunca bir süredir çok yanlış işlerin yapıldığı ortada. Önceleri UBP-HP hükümeti döneminde Maraş’la ilgili bir yol haritası çizildi.
Önce Ankara ardından da Maraş’ta toplantılar düzenlendi. Ancak bunlar yapılırken de Maraş konusu uhdesinde bulunan Cumhurbaşkanı bu toplantılara davet edilmedi. Bizler de yapılan eleştiriler üzerine son dakika telefoniyen davet edildik. Hükümet ortağı partilerin temsilcileri ise bu toplantılara katıldılar, bu dışlamalara, yapılan yanlışa ise hiç ses çıkarmadılar.
Sonrası ne oldu. Önceleri Cumhurbaşkanını, muhalefeti dışlayan hükümet ortakları daha sonra Maraş konusunda birbirlerini dışlar duruma geldiler. Maraş konusu bir adayın seçimleri kazanması için malzemeye dönüştürüldü. Günün sonunda ne oldu? Hepimizin malumu olduğu gibi iş hükümetin bozulmasına kadar gitti. Oysa öncesinde de yapılan yanlıştı, sonrasında da.
Sayın Başkan değerli milletvekilleri
Maraş konusunda öteden beri hep aynı çizgide olduk; Maraş konusunda BM ile çatışma durumuna gelmeden ve uluslararası hukuk içinde kalarak adımlar atılmalı. Bir şeyin daha ısrarla altını çizdik; Maraş konusunda atılan ve atılacak adımların alt yönetim algısını güçlendirecek değil, kapsamlı çözüme katkı yapacak içerikte olması gerektiğini vurguladık. Kıbrıs Türk halkını devre dışı bırakarak, kurumlarını yok sayarak alınan her kararın, atılacak her adımın alt yönetim algısını güçlendireceğini, bu durumun da ne Kıbrıs Türk halkının ne de Türkiye’nin yararına olmayacağı uyarısında bulunduk.
Ancak bu noktaya dikkat edilmediği de ortada. Gerek açılış günü yaşananlar gerekse sonrasında yaşananlar tam da alt yönetim algısını güçlendiren içerikte. Maraş’ta uluslararası hukuk dışında alınacak yol, müzakere masasına da olumsuz yansıyacaktır. O nedenle çok dikkatli olunmalı ve Maraş çözümün önünde engel olacak şekilde değil, çözüme yardımcı olacak şekilde değerlendirilmelidir. Yeri gelmişken şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Maraş’ta Sn. Erdoğan’la piknik yapılan gün, bir Kıbrıs gazisi çukura düştü ve maalesef süreç içerisinde hayatını kaybetti. Kendisine Tanrı’dan rahmet yaslı ailesine ise sabırlar dilerim. Orada çukurlar bulunduğunu, tehlikeler içerdiğini gerekli önlemlerin alınmaması halinde istenmeyen olayların yaşanabileceği konusunda uyarılarda bulunduk. Ancak o günlerde bu uyarılarımız maalesef hiç dikkate alınmadı, işin şov kısmı ağır bastı. Sonunda da bu maalesef bir cana mal oldu.
AZINLIK HÜKÜMETİNİN KURULUŞU
Sn. Saner, Cumhurbaşkanına onaylattığı kabinesini izlerken hayretler içinde kaldım. Bir an “acaba yanlış mı okur” diye düşünmeden de edemedim. Öyle görünüyor ki, Sn. Saner kurultay hasebiyle kabinesine alacağı kişileri belirlemiş, sonra da sanki kura çekerek görev dağılımını yapmış. Zira kabinede görev alan bakanlar bile hayretlerini gizleyemedi.Yine de birkaç bakan ile ilgili bazı hususları dile getirmekte yarar görmekteyim.
Özel Jet Krizi nedeniyle görevden alınan Sn. Ünal Üstel yeniden bakan oldu. Belli ki Ünal Bey aklandı. O zaman gerçek suçlu ya da suçlular kim. Niye kapsamlı rapor bir türlü açıklanmaz, nedir gizlenen. Buradan Sn. Polis Genel Müdürüne ve Sn. Başsavcıya sesleniyorum. Ya kapsamlı raporu derhal açıklayın, ya da istifa edin. Aksi takdirde siz de suçlu ya da suçluları gizlemekten suçlu durumuna düşmüş olacaksınız.
DIŞİŞLERİ-
Ulaştırma Bakanı olduğu dönemde Tahsin Bey ile Ercan Havalimanı İşletmecisi arasında çeşitli iddialar basına yansımıştı. TDP olarak bizler de 2017 yılının mayıs ayında Polis Genel Müdürlüğü ile Başsavcılığa Ercan Havalimanı ile ilgili yaşanan gelişmeler ve ortaya atılan iddiaların araştırılması için şikayet dilekçesi sunmuştuk.
Ayrıca yine hatırlanacağı gibi Ercan Havaalanı ile ilgili sözleşmenin uzatılması ile ilgili de Sn. Tahsin Ertuğruloğlu hata yapıldığını söylemişti.
Konu neydi hatırlatmakta fayda var: İhale Şartnamesi’nde imzalanan ve ana sözleşmede yer alan şirkete ait sorumluluklar ek sözleşmeyle ortadan kaldırılmaya çalışılmıştı. Ana sözleşmede denetim ve kontrolörlük ücretinin kimin tarafından ödeneceği belirtilmezken, sonradan yapılan ek sözleşmede ‘denetim ve kontrolörlük işlerinin her türlü ücret ve ücretle ilgili tüm giderleri idareye ait olacaktır’ ibaresi eklenerek, sorumluluk devlete verilmiş, böylece devlet 11 Milyon Euro’luk ödeme riski altına sokulmuştu.
O dönem mecliste de araştırma komitesi kurulmuştu. Peki bu araştırmalar ne oldu? Sonuçlandı mı?
Öte yandan 2020 Bütçesi görüşülürken, komitede bir önceki Başsavcı Behiç Beye dokunulmazlıkları kaldırılan Sn. Özgürgün ve Sn. Çaluda ile zaten dokunulmazlıkları olmayan Sn. Dürüst ve Sn. Ertuğruloğlu hakkındaki hukuki süreci sormuştum. O da sürecin ilerlemekte olduğunu söylemişti. Herhalde Tahsin Bey aklanmıştır ki şimdi aramızdadır.
Kamuoyuna açıklama yapılsın ki herkes ne olduğunu bilsin.
Geçen gün KTHY eski genel müdürlerinden Sn. Zeki Ziya, birtakım iddialarda bulundu ve dedi ki, KTHY beceriksiz yöneticiler yüzünden battı. Öyle midir Sn. Başbakan, zira bildiğim kadarıyla Ulaştırma Bakanı olarak milli havayolumuzun kapısına kilidi siz vurmuştunuz. Hatta en geç 8 ay içerisinde yeni bir milli havayolu kurulacağının sözünü vermiştiniz. Son durum nedir. Maalesef Mecliste kurulan araştırma komitesi görevini tamamlamadan dağıldı. Yoksa yanılıyor muyum.
VATANDAŞLIK
Ülkede gerçek nüfusu kimse bilmiyor. Herkes kendince bir rakam veriyor. Nüfusa göre planlama yapılmayınca, adil bir vergi düzeni de olmayınca, bir yandan da var olan devlet olanakları da har vurup harman savrulunca ortaya adalet ve eşitlikten uzak bir yapı çıkmaktadır. Sonuçta da bir yandan ünleri ülke sınırlarını aşan zenginler yaratırken, diğer yandan da okul, hastane yapamayan, yolları tamir edemeyen, pandemi sürecinde işsiz kalanlara sahip çıkamayan, işyerlerini kapatmak zorunda kalan binlerce kişiye destek olamayan bir devlet yapısı ile karşı karşıya kalıyoruz. Böylesi bir yapıda da yıllardır vatandaşlık konusunda gerekli adımları atmaktan ısrarla kaçıyoruz. 4’lü koalisyon döneminde vatandaşlık konusunda bir taslak hazırlandı. TDP olarak bizler de ilk günden itibaren buna destek verdik. Hem vatandaşlık hakkının sınırlandırılması hem de beyaz kimlik olgusuna ta ezelden beri destek vermekteyiz. Hepimizin bildiği gibi Beyaz Kimlik ülkemizde yabancı statüsünde bulunanların çalışma ve ikamet izni sorunlarına çözüm olacaktır.
Yeri gelmişken şunu da belirtmek isterim. Sevgili Ayşegül Baybars bir açıklamasında “Beyaz Kimlik uygulamasını da içeren yeni Vatandaşlık Yasası’nın hazırlandığını ancak gerek 4’lü koalisyon döneminde, gerekse UBP ile ortaklıkta bunu geçiremediklerini, ortakların her defasında “zamanı değildir” dediğini söyledi. Çok açık ve net; TDP olarak bu konuda biz her zaman destek verdik, o yüzden bu açıklamayı asla üzerimize almadık, ancak kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesine de izin veremeyiz. İşin doğrusu bizim destek vermediğimiz değil, Sn. Bakan’ın 1-2 haftaya meclise göndeririz demesinin üzerinde tam 18 ay geçmesidir.
Bu noktada şunu da belirtmek isterim ki, gelin hep birlikte bu taslağı ele alalım, en kısa zamanda da yürürlüğe koyalım. Bu konuda tüm partilere açık çağrı yapmak isterim. Bu konuda son olarak şunu da belirtmek isterim ki; yeni yasa hayat bulmadan, doğal yollardan ve evlilikten kaynaklananlar hariç yeni vatandaşlık verilmesine kesinlikle karşıyız. Vatandaşlık konusuna değinmişken 2021 yılı içinde nüfus sayımı yapılmasını, adrese dayalı nüfus kayıt sistemine geçilerek sağlıklı verilere düzenli ulaşılabilmesi gerekmektedir. Sayımın da elektronik araç/gereçlerle yapılması için çalışmalar başlatılmasının gerekli olacağı inancındayız.
PANDEMİ SÜRECİ
Tüm halkımız da bilmektedir ki, Pandemi sürecinin en başından itibaren sağlık başta olmak üzere toplum yararına atılan her adıma destek olduk, görüş ve önerilerimizle yardımcı olmaya çalıştık. Bu çerçevede pandeminin ilk döneminde TDP olarak 40 maddelik bir öneri paketi hazırlayarak dönemin hükümetine sunduk. Bunların bir kısmı hiç dikkate alınmazken, bir kısmı da atılan yanlış adımların duvara toslaması sonrasında dikkate alınarak uygulamaya kondu.
Örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nün covid 19’la ilgili kriterleri dikkate alınmayıp 1 Temmuz’dan itibaren ‘karantinasız’ giriş uygulaması sonucu sıfırlanan vaka sayısında yeniden artışlar yaşandı.
Sağlık Üst Kurulu’nun yanlıştan dönme kararının ardından bu kez de seçimin hemen ertesinde sanki da birilerinin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaptığı yardımlara ve desteğe karşılık verir gibi ülkeye 3 günlüğüne gelenlere karantina uygulamasından vazgeçildi. Peki ne mi oldu 1 Temmuz sürecine yine geri dönüldü.
Ülkede yerel vakaların artması, tehlikenin yeniden büyümesi üzerine Sağlık Üst Kurulu 15 Aralıkta yeni kararlar almak zorunda kaldı. Özetle hep yap- boz şekilde bugüne kadar geldik. Şimdi yine kritik bir eşikteyiz ve bir konuda sizleri buradan uyarmak isterim. Yılbaşına yönelik 3 günlüğüne paket turlar ve charter uçak seferlerine izin verilerek toplumun sağlığı yeniden riske atılmaz. Bu konuda sizleri şimdiden uyarmak isteriz…
Ekonomi bacağında daha detaylı olarak değineceğim ancak bu noktada şu kadarını söylemek isterim ki, kısa günün karı adına veya toplumun genelini değil de belirli çevreleri memnun etmek adına alınan yanlış kararlar unutulmasın ki hem ekonomide hem de turizmde ve eğitimde uzun vadeli kayıplara neden olmaktadır. Bunu geçtiğimiz dönem bizzat yaşayarak gördük. Bu acı tecrübelerden umarım gerekli dersler çıkarılmıştır ve aynı hatalar yeniden tekrarlanmaz.
EKONOMİK DURUM
KKTC ekonomisinin üretimden koparılması sonrasında son yıllarda 3 temel bacağı vardı. Birincisi turizm, ikincisi yükseköğrenim, üçüncüsü de 2018’de Euro’nun yüksek bir değer kazanması sonucu Güney Kıbrıs’tan Kuzey’e günü birlik geçişlerdeki artış. Turizmin dünyadaki diğer ülkelerle birlikte küresel bir sıkıntıya düştüğü ve Covid 19’un etkisinin tamamen azalmasından önce de düzelemeyeceği bunun da zaman alacağı aşikar. Ümit ederim güvenirliliği artacak aşılar sayesinde bu süreç daha da kısalır ve biran önce bu virüsten kurtuluruz.
Tabii bu arada şunu da vurgulamak isterim; eğer toplumun ve bizlerin tüm uyarılarına kulak tıkayan dönemin UBP-HP koalisyon hükümeti 1 Temmuz sürecindeki vahim hataları yapmasaydı ve sıfır vaka olayını koruyabilseydik bugün çok daha iyi şartları konuşuyor olacaktık.
Güvenli ortamı bozduğumuz için, bugün onbinlerce üniversite öğrencisi ülkemize gelmemiştir. Bundan da başta üniversiteler olmak üzere yüksek öğrenime dayalı olarak ortaya çıkan sektörler ve işyerleri zarar görmüştür. Böylece ülke ekonomisine ciddi bir darbe vurulmuştur. Yeni eğitim bakanı sn. Amcaoğlu şubatta başlayacak ikinci dönemde öğrencilerin adaya gelmesi için ne gerekiyorsa yapılacağını söylemiştir. Umarım bu havada kalmaz ve gerekenler yapılır. Örneğin yılbaşına yönelik yapılacak bir hata önümüzdeki yılın da kaybedilmesine neden olabilir, bu nedenle çok dikkatli olunmalı.
Yine bildiğiniz gibi daha önceleri kapıların açılmasıyla Kuzey’e geçmeye başlayan Rumlar için geçseler bile bir şişe su bile almazlar deniyordu. Ancak ekonomik gelişmeler TL’nin döviz karşısında değer kaybetmesi onların da Kuzey’deki alışverişlerinin ciddi oranda artmasına neden olmuştur. Özellikle sınır kapılarının olduğu alışveriş mekanları başta olmak üzere tüm sektörlerimiz bundan yararlanır duruma gelmişti. Ancak bu olumlu durum da maalesef pandemi ile birlikte son bulmuştur. Bu durum da çarşıyı ve esnafımızı sıkıntıya sokmuştur.
Sonuçta on binlerce işyeri kapanırken, binlerce kişi işsiz kaldı. Esnafımızın çok büyük çoğunluğu ciddi bir darboğaza girdi. Tüm bunlar olurken de dönemin hükümeti tarafından verilen sözler de tutulmadı.
Bu noktada ilgili bakan işçilere, sektörlere ve işyerlerine yönelik ödeneceği belirtilen 1500 tl ve 2000 TL’lerin neden ödenmediğini, ne zaman ödeneceğini de açıklar da hepimiz öğreniriz.
Bu arada kim ya da hangi parti T.C. ile iyi anlaşır ve para getirir iddiaları ile ilgili birkaç söz söylemek isterim. Zira son hükümet kurma çalışmaları sırasında bile “Türkiye’den parayı kim alırsa hükümeti o kursun” bile denmişti. Peki gerçek nedir. Dörtlü Hükümet döneminde para gelmedi, hatta savunma harcamalarını bile biz ödedik. Ancak UBP*HP döneminde para geldi mi, yine gelmedi. Hatırlayın tam bir yıl önce bu günlerde Sn. Tatar sorularımıza karşılık bu kürsüden “bize da göndermediler” itirafında bulundu.
26 Nisan’da yani Bayramın son gününde imzalanan protokolden sonra da 750 milyon dolayında bir para transfer edildi. Ancak bunun 650 milyonu savunma gideriydi. Bir kısmı Ankara’da açılan ihalelere verildi. Bildiğim kadarıyla 40 milyon dolayında bir para verildi. Son olarak 117 milyonu almak için Sn. Tatar özel uçakla Ankara’ya gitti, “aldım geldim” dedi, ancak anladığım kadarıyla ne gelen var, ne de gelecek olan. Sn. Maliye Bakanı ki kendisi daha önce Tarım Bakanıydı dolayısı ile konunun tam içindeydi, patlayan su borularının ödenmesi ile ilgili bilgi vermesini isteyeceğim. Toplamda kaç para ödendi ve bu miktar hangi bütçeden ödendi, Sn. Bakan bunu açıklasın…
Ancak bilinmesini isterim ki, bir zamanlar Ercan Havaalanı ihalesinde olduğu gibi, hani alınan 100 milyonluk çek önünde pozlar verilmişti ve o parayla 13. Maaşlar ödenmişti. TDP olarak ekonomik sıkıntılar bahane edilerek KIB-TEK, Telefon Dairesi ve Limanlar başta olmak üzere stratejik kurumlarımızın peşkeş çekilmesine kesinlikle karşıyız ve sivil toplum örgütleriyle birlikte direnmekte kararlıyız.
-EĞİTİM-İSTİHDAM
Otelciler Birliği Çalışma Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı ile bir protokol hazırlamıştık. Burada amaç turizm ve hizmet sektörüne yerli istihdamı teşvik etmekti. Özellikle 18 yaş üstüne kısa dönemli eğitimler verip, iş garantili turizm işletmelerine yerleştirilecekti. Bu protokol son haliyle imzaya hazırdı fakat ilerletilmedi.
-EĞİTİM STRATEJİ PLANI
“Vizyon 2030” adıyla “Eğitim Strateji Planı” çalışmaları başlatmıştık sonra Nazım Bey döneminde bu çalışmalar bir süre devam ettirildi fakat sonuçlar paylaşılmadı. Pandemi oluşana dek bu yayınlansaydı bir anlamı olurdu ve şu an mevcut Strateji Belgesini nasıl değiştirmemiz gerektiğini konuşurduk. Fakat salgın, eğitim disiplinleri ve uygulamaları konusundaki birçok ezberi değiştirdi. Şimdi salgında tüm insanlık olarak Eğitim alanında yaşadığımız tecrübeleri hesaba katmadan önce hazırlanmış belgeyi onaylatırsanız onca tecrübe heba olmuş olacaktır.
Hatta şu an bile sular daha durulmuş değil. Hala daha Eğitim modellerinin sınandığı bir geçiş sürecinin içindeyiz. Şu an oluşacak yeni bir vizyon bile önümüzdeki yıl geçerliliğini yitirebilir.
Bu süre içinde dışardan sadece yüzyüze eğitim-online eğitim dönüşümü olmuş gibi görünmesine rağmen aslında sadece bu değil; müfredatlar ve değerlendirme yöntemleri de değişmek zorunda kaldı. Öğretmenlerin çalışma disiplinleri, mesai saatleri, eğitim teknolojileri ve felsefeleri de sınanmış oldu. Geleneksel eğitim sistemimize ait birçok uygulamanın aslında ne kadar değerli olduğunu gördük. Ama aynı zamanda yine o geleneksel sistemdeki birçok hatayı ve verimsiz uygulamayı da daha net gördük.
Öğretmenlere gidip bir sorun bakalım, bu dönem içerisinde çocuklara çalışma materyali olarak daha çok resmi materyaller mi yolladılar yoksa youtube videoları mı? Veya öğretmenlerimiz ve çocuklarımız hangisinin daha verimli olduğunu düşünüyor? Peki bu yeni koşullar ve sonrasında bizim de çok önem verdiğimiz “değerler “ eğitimini nasıl uygulayabiliriz? Kısacası yaşanan pandemi yaşattığı onca trajediye rağmen Eğitimi temelden gözden geçirmemiz için bize bir soluk fırsatı verdi. Şimdi ise alelacele Strateji Planı oluşturmak bu fırsatı bize yitirttirebilir.
Benim sizlere önerim bizim bu Strateji çalışmalarına başlarken yaptığımız gibi en başa dönüp veri toplamanız. Özellikle öğretmenden. Bu süreçte neler öğrendiklerini, neyi nasıl değiştiklerini, nasıl kullandıklarını. Biz 1155 öğretmen ve 2600 veli ile anket yapmıştık. Eminim şimdi bu insanların Eğitim hakkında söyleyecek daha fazla şeyi vardır.
Sular durulana dek mevcut Plan çalışmasını bekleterek ,bu çalışmaları yapıp Stratejik Planı oluşturacak verileri güncellemek bile bu hükümetin yapacağı çok önemli bir adım olacaktır.
-ÖZEL GEREKSİNİMLİ BİREYLERİN EĞİTİMİ YASASI
ÖZEL EĞİTİM TÜZÜĞÜ HAZIRLANMIŞTI. NEDEN BU KADAR BEKLETİLDİ?
Cambridge Üniversitesi gibi Yurtdışında birçok itibarlı üniversite daha salgının ilk günlerinden 2020-2021 Eğitim Yılını online geçireceklerini açıkladı ve tüm hazırlıklarını ona göre yaptı. Bizler ise savrulduk. Şimdi ise hiçbir projeksiyon yapılmadan, Bahar döneminden bahsediliyor. Şunu kabul edelim ki yarı dönemde bir anda yüzyüze eğitime geçme imkanımız yok. Bizde vakalar sıfırlansa bile diğer ülkelerin koşulları da etkiliyor. Şu an ülkemizde öğrenci olup da salgından dolayı ülkesinde bulunan çoğu öğrenci orada çalışmaya başladı. Yapılması gereken ileriki yılları da kapsayacak şekilde hibrit eğitim standartlarını oluşturmak. Tüm üniversiteleri de buna hazırlamak.
Genel olarak yükseköğrenimde Strateji eksikliği yaşadığımız bir dönem oldu. YÖK akreditasyonu hali ile tüm üniversitelerimiz için çok değerli. Bu bizim için çok kıymetli. Fakat diğer taraftan bizim kendi koşullarımız ve yapımız var. Yol haritasını biz çizmeliyiz.
Bizim YÖDAK denen bir kurumumuz var. Biz öncesinde de görevde de sürekli güçlensin itibar kazansın, kurda kuşa yem olmasın diye canımızı yedik. Ama kurumun içindeki çekişmeler, dıştan müdaheleler ve pandemi süreci bu kurumu tamamen çökertti. Eğitim Bakanımız da bu dönemde bunlarla ilgilenmek yerine MEB sayfasından UBP Başkanlığına adaylığını açıklamakla meşgul olduğu için bu sırada üniversitelerimiz de karşılarında saygın bir muhatap bulamadı. Hepsi şu an bizim kurumlarımız tarafından değil YÖK tarafından yönetiliyor. Bu bir utançtır.
Sizlere işin ucunun ne kadar koptuğuna dair 2 örnek vereyim:
1. Birincisi bu ülkede üniversite rektörleri , mütevelli heyetleri Cumhurbaşkanlığı seçiminde taraf olmaları için baskı gördü. Akademi ayaklar altına alındı, yapılarımız siyasete meze edildi. Bu baskı ve telkinler ise Elçilik ve YÖK tarafından yapıldı. Şimdi siz hangi Stratejik Plandan bahsediyorsunuz.
2. Diğer konu ise bu ülkede bir üniversite idari ve mali olarak Türkiye’de bir üniversiteye devredildi. UBP-HP koalisyonu tarafından. Üstelik birçok yasaya aykırı olarak.
20 Temmuz günü Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi (KİSBU) bir basın açıklaması yaparak her türlü akademik ve idari iş ve işlemleri Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’ne (ASBÜ) devrettiğini duyurdu. Hatta bu açıklamada iki üniversitenin bir protokol imzaladığı, bu protokolün de Türkiye’de YÖK ve KKTC’de Eğitim Bakanlığı tarafından onaylandığı duyuruldu.
Biraz araştırdığımızda 15 Haziran günü TC Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan bir karar olduğunu gördük. Sn. Erdoğan bu kararla KKTC’de bir akademik birim kurulduğunu duyuruyor. Fakat bizim Yüksek Öğretim yasamıza göre akademik birim açmak için tek yetkili YÖDAK. Tüm akademik faaliyetlerin sorumlusu bu kurumumuz. Ne Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın, ne YÖK’ün, ne de Eğitim Bakanlığı’nın böyle bir yetkisi yok. Eğitim Bakanlığı sadece ön açma izninde söz sahibi. Herkes topu birbirine atıyor, çünkü yapılan yasal değil.
Protokolün içeriğini bilemiyorum fakat basın açıklamasından anladığımız böyle bir devrin yapılmasının yasal olmadığıdır. Kaldı ki sadece akademik değil tüm idari ve mali işlemler de devrediliyor. KİSBU tüm alacaklarını ASBÜ’ye devrediyor.
YÖDAK ile temasa geçtim, düzgün bir cevap alamadım. Benim anladığım kadarı ile herkes topu birbirine atıyor ama kimse ne olduğunu açıklamıyor. Geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi’nin web sitesi Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi olarak değişmişti fakat biz araştırmaya başlayınca, üniversitenin ASBU’ya devredildiği ile ilgili tüm ibareler kaldırıldı. Diğer taraftan da bu işletme için ticari iznini de veren UBP-HP Hükümeti.
Halkın şeffaf bir şekilde olanları öğrenebilmesi için benim buradan birkaç sorum olacak. Biz ülkenin kurumlarını hakkı ile yönetiyoruz diyebiliyorlarsa cevaplasınlar:
YÖDAK’ın böyle bir protokol’den haberi var mı? Var ise bunu onaylıyor mu? Böyle bir işlemi onaylamış ise bu kararını KKTC Yüksek Öğretim Yasası 12-5(6) maddesine göre diğer kurumlara da iletti mi? Sn. Nazım Çavuşoğlu böyle bir protokolü gerçekten onayladı mı? Onayladı ise hangi yetki ile onayladı?
ENERJİ
Ülkeye gelen her çeşit akaryakıt için testlerin yapılması, kalite kontrolü ve standartlara uygunlukları titizlikle takip edilecektir. Anavatan Türkiye’den kablo ile elektrik ve doğal gaz getirilmesi ve Doğu Akdeniz’deki doğal gaz aramaları ile ilgili çalışmalar Türkiye Cumhuriyeti ile işbirliği içerisinde artarak devam edecektir. Yenilenebilir enerji konusunda artan talebin karşılanmasına yönelik çalışmalara öncelik verilecektir. (Hükümet Programından)
Enerji politikası sadece bir paragraf. Burada da çalışmalar artarak devam edecektir deniliyor. Yaklaşık son 10 yıldır Türkiye ile elektrikte enterkonneksiyon konuşuluyor. İhtiyaç duyulan şey büyük bir şebeke ile senkron bağlantı kurmak ve ana unsur olarak arz güvenliğini sağlamak. Bu bağlantı güney ile sağlandı ve ciddi avantajları oldu aynı şekilde Türkiye ile bağlantı kurmak da değerlendirilmelidir. Ancak yatırımın fizibıl olabilmesi önemlidir. Bu konu yıllardır gündemdedir ancak herhangi ciddi bir adım yoktur. KIBTEK’in geleceğe yönelik yatırımları maalesef durmuş noktadır.
Doğal gaz getirilmesi için de boru hattının fizıbıl olması gerekiyor veya doğal gaz sıvılaştırılmış olarak adaya getirilmesi gerekiyor. Eğer gaz gelecekse kablo bağlanılması çok anlamlı olmayabilir. Enerji konusunda özetle: KIBTEK Yönetim Kurulu’nun atama şekli ve standartları veya kriterleri, kurumun uzman bir ekibin idaresinde toplumsal yarar odaklı çalışmasını sağlayacak şekilde revize edilerek, kurum siyasi müdahaleden arındırılarak özerkleştirilmeli Ekonomik kalkınmaya hizmet eden, üretimdeki girdi maliyetlerini azaltan, kaliteli, düşük maliyetli ve çevre dostu enerji arz ve çeşitliliğinin sağlanması ana hedef olmalı.
AB’de 2012’den beri uygulanmakta olan, Türkiye’nin de yakında uygulamaya koyduğu “binalarda enerji kimlik belgesi” uygulaması ülkemizde de hayata geçirilmeli. Özellikle kamu binalarından başlayarak ülke genelinde yüksek verimli cihazların kullanımı teşvik edilmeli.
BRT’NİN SİYASETTEN ARINDIRILMASI
Bayrak Radyo Televizyon Kurumu tüm toplumun sesi olması gerekirken, maalesef tüm toplumu kucaklamaktan çok uzakta.
BRT’de geçmişte yıllarca muhaliflerin sesinin kısıldı, dönem dönem düzelmeler yaşansa da özellikle son dönemde geçmişinin tek sesli dönemine geri dönüldü. Bu doğru değildir. BRT’nin toplumun tüm katmanlarına eşit olmalı. Unutulmasın ki çok seslilikten demokrasinin kazançlı çıkar.Uzun yıllardır tartışılan BRTK Yasası da umarım bu dönemde artık yaşam bulur. BRT’nin daha fazla demokratikleştirilmesi, çalışanların kendilerini güvende ve huzurlu hissedeceği, dünyada gelişen ve değişen bilimsel ve teknolojik koşulları da içerecek şekilde bir yapıya kavuşturulmasının temel hedef olmalı.
Add Comment